Oxygen Chrome

6 Eylül 2010 Pazartesi

Mücadele: Bölüm II

Ebediyen açılmamak umuduyla kapanan göz kapakları, yeniden ışık aldı içeriye. Ve deniz gözler tekrar kucakladı dünyayı.

Kendine geldiğinde alçak tavanlı bir odada yatıyordu beyazlar içinde. Öldüğünü zannediyordu fakat dar pencereden yüzüne vuran güneş ışıkları ona, “Ölmedin. Hâlâ hayattasın.” Deyince bu kanıdan hemen vazgeçti.

İstemediği bir yemeği zorla önüne konulan bir çocuk gibi hayatı eline tutuşturulmuştu Samet’in. Kendisine lütfedilen ikinci hayatında kendisine sorduğu ilk soru şu oldu:

“Neredeyim?”

Kader, onu yine başka bir yere sürüklemişti. Samet için kader, bir olguydu. Asla değiştirilemezdi. İnsanın yazgısı ne ise doğumunda aynen kodlanmıştı genlerine. Artık macera peşinde koşmuyordu Samet. Yazgısına göre hareket etmeyi uygun buluyordu artık. Kaderin onu başka serüvenlere itmesini bekliyordu. Hayat beni sürgüne yolladı. Gerçektende sürgündeydi şimdi. Lâkin bunu yapan hayat değil, ta kendisiydi.

Yaklaşık bir yıl önce tanıştığı Daî Ali isimli adamdı onu bu hâle getiren. Daî Ali, beynini yıkamıştı Samet’in. Aslında insanların kaderlerini yönlendiremeyeceğini kazımıştı aklına. Her insanın yazgısına göre hareket edeceğini benimsetmişti ona. Tek tek kendi tarikatının geleneklerini açıklamıştı. Yaptığı işten açıkça belli oluyordu mürit topladığı. Elbet Samet’te bunu anlamıştı ama Daî Ali’nin söylediklerine karşı çıkınca Daî, daha farklı bir yola başvurdu. Önce müritleri yardımıyla Samet’i etkisiz hâle getirtip ezilmiş afyon suyu içirdiler. Onlar buna haşhaş diyorlardı, kendilerine de haşhaşiyun. Sonra Daî, tüm haşhaşiyun bilgi birikimini destansı hikâyeler aracılığıyla Samet’in masum aklına aktardı. O gecenin ertesi sabahı Samet, yeni bir kişilikle uyanmıştı yatakta.

Güneş biraz daha tepeye yaklaşıp horozlar susunca odaya bir kadın girdi. Samet düşünceleriyle boğuşmayı bırakıp kapıda dikilmiş onu izleyen kadını gördü.

Yataktaki adamın uyandığını fark eden kadın elindeki yemek tepsisini hemen masanın üzerine koydu ve Samet’e yaklaştı.

“Günaydın. Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu nazikçe.

“Günaydın.” Dedi Samet. Kadının eşsiz görüntüsü başını döndürmüştü. Azrailim… “Şimdi daha iyiyim, teşekkürler. Her şey için.”

Kadın ona gülümsedi. Biraz utandığından olsa gerek masada duran yemek tepsisine yöneldi. Aldı ve beyaz çarşafla bürünmüş yatağın ucuna koydu. Samet, yattığı yerde yavaşça doğruldu. Tepsiyi önüne çekerken, “Beni evinize alıp yemek verdiğiniz için müteşekkirim.” dedi. Kadın “önemli değil” dercesine başını öne eğerek masanın yanındaki kuru sandalyeye oturdu.

Dışarıdaki kalabalığın sesi odaya kadar geliyordu. İskenderiye’de böylesine bir gürültü sadece halk pazarından gelebilirdi. Pazara yakın bir yerde olmalıyız.

“Affedersiniz.” dedi Samet. “Siz…”

“Lamia.” diye ekledi kadın. “Adım Lamia.”

Lamia. Ne hoş.

“Beni nasıl fark ettiniz tersanede?” diye soruverdi Samet.

“Babam, o tersanede çalışıyor. Ama oraya gittiğimde onun yerine sizinle karşılaştım.” dedi kadın. “O hâlde görünce sizi, yardım etmek istedim.”

“Teşekkür ederim.”

Bir süre aralarında konuşma olmadı. Odayı sadece pazardan gelen uğultu dolduruyordu. Adam yarım bıraktığı yemeğine döndü. Kadın ise göz ucuyla onu izliyordu. Dudakların konuşmadığı bu anı bozan kadın oldu.

“Sizi birkaç gün önce bir adamla gördüm.” dedi Lamia. Sesi çatallı çıkıyordu şimdi. “Daî Ali ile, kütüphanenin arkasında.”

Samet’in gözleri fal taşı gibi açıldı ve hayretler içerisinde Lamia’ya döndü. Lamia, bir an suskunluğunu korudu. Ama o konuşamadan Samet devreye girdi:

“Daî Ali mi? Onu nereden tanıyorsunuz?” diye sordu şaşkınlıkla. Kadının yüzünü hayretle karışık bir gülümseme kapladı. Samet’in buralı olmadığı olmadığını anlamıştı şimdi. Ama dillerini çok iyi konuşuyordu ve iyi uyum sağlamıştı Mısır’a.

“Daî Ali,” diye başladı söze. “bu çevrede yani İskenderiye taraflarında mürit toplayan birisidir.”

“Mürit mi? Neden bahsediyorsunuz siz?”

“İşte, daînin insanlara oynadığı bir oyun daha.” diye düşündü Lamia. Her şeyi biliyordu. Fedaîleri, dağın yaşlısını, haşhaşı.

“Anlaşılan sende müritlerinden birisin.” dedi Lamia. “Sana uyuşturucu vermişler. Sen de onun etkisindeyken tarikata girmişsin. Haşhaşiyunlara katılmışsın.”

Son cümle ağır koydu Samet’e. Haşhaşiyunlar demek. Nizamiyecilerin baş düşmanı haşhaşiyunlar. Samet şimdi anlıyordu arkasında dönen oyunları. Peşinden gelen gölgeyi biliyordu artık. Lamia, güneş; Daî ve müritleri ise güneşten saklanan birer gölgeydi.

Yaklaşık bir yıl önceki geceyi anımsadı hayal meyal. Uyuşturucunun etkisini bir kez daha hissetti damarlarında. Gözleri büyüdü. Kandırıldığını fark etti ve tekrar haşhaşın tadına bakmak istiyordu şimdi. Uyuşturucu böyle bir maddeydi işte. Bir defa kapanına düştüğün zaman kurtuluşun olmazdı. Er ya da geç ikincisini isterdin. Sonra üçüncüsünü, dördüncüsünü. Alıp başını giderdi sen çürüyene kadar.

“Lamia,” diye mırıldandı Samet. “kurtar beni. Yardım et bana!” farkında olmadan son kısmı bağırarak söylemişti.

Lamia, sessiz olmasını göstermek için işaret parmağını dudaklarına koydu. Sonra ses, bir fısıltıya dönüştü küçük odada.

“Kurtar beni bu gölgeden. Aydınlığa ulaşmak istiyorum Lamia.”

Sonra daha tiz bir fısıltı çıktı odada.

“Yapacağım. Yardım edeceğim sana.” diye mırıldandı kadın. Gözleri umut doluydu.

“Daî,” dedi Samet. Sesi şimdi öfke ve hırsla bürünmüştü. Patlamak üzereydi. “görüşeceğiz elbet.”

İntikam vakti yaklaşıyor Daî. Fedaîler, bizlere yaptıklarınızı ödeyeceksiniz.

Nizamiyecilerin kuruluş amacıydı bu, intikam.

0 Yorum:

Yorum Gönder