Oxygen Chrome

1 Eylül 2010 Çarşamba

Angiméran - Bölüm II


Aradan on dört yıl geçmişti. Güz mevsimi vardı Angiméran’da. On dört yıl önceki katliamdan sağ kalanlar geri gelmişti yurtlarına. Daha farklı düşünceler ve daha farklı amaçlar uğruna. Artık yurtta iki anka yoktu, yüzlerce anka kuşu vardı. Hepsi aynı amaç uğruna yaşıyorlardı: İntikam
Aslında efsanevi, kudretli, asil bir türdü ankalar. Fakat bu düşman ebediyen yok olmadıkça Ankaların asilliği yaşayamazdı yeryüzünde.
Bir gün güneş kızıl doğdu Puslu Dağlar adından. Tıpkı on dört yıl önceki zalim, acımasız gün gibi. O gün kimse fark etmemişti bu olayı. Kralın oğlu hariç. Angiméran’ın en yüksek ağacının zirvesine zarifçe süzüldü Baş Anka. Tıpkı zamanında babasının yaptığı gibi. Uzun uzun inceledi güneşi. Tartıştı onunla.Birbirlerine göz dağı verdiler. Sadece ikisinin anlayacağı dilden konuştular. Bedenleri sustu, ruhlarını konuşturdular.

“Vakit geldiğinde bedenler susar, ruhlar konuşur.”

Karar alındı. Gün bugündü. Zamanı gelmişti artık. Baş Anka, tüm ırkını topladı Ulu Ağacın altında. Uzunca bir süre tarttı gözleriyle tüm halkını. Aralarında kimsenin bilmediği bir yöntemle iletişim kurdular. Adeta düşünceleriyle konuştular. Büyük toplantı bitti. Baş Anka belki de son kez Angiméran’da ulusuna bakıyordu. Gözleri buğulandı, zarif gözleri. Açtı iki yana kızıl ve güçlü kanatlarını. Parlak altın rengi ile kırmızı karışımı gösterişli ibibiği şaha kalktı birden. Dik duruyordu Baş Anka, daima. Göğsü dışarıda, kanatları gergin. Savaş çığlığı koyuverdi alanda. Tüm Angiméran onun sesiyle yankılandı. Ardından tüm Ankalar çığlıklar atmaya başladılar.
Baş Anka uçmaya başladı, büyük kuşların ülkesine. Arkasından ok başı şeklinde dizilmiş anka ordusu geliyordu. Kırmızı, mavi, turkuaz, sarı, turuncu. Her renkten anka vardı ordu içinde. Hepsi bir olmuş, hepsi aynı amaç uğruna savaşmayı tercih etmişti.
Tüm yol boyunca durmadılar. Karşı ırkın tarafına geçtiler. İlk işaret Baş Anka’dan geldi. Daldı Kara Orman’ın derinliklerine. Çembere alındı Kara Orman. Atmacalar ne olduğunu anlayamadılar birdenbire. Fakat çabuk toparlandılar. Hemen savunmaya geçtiler. Biraz içgüdü birazda maneviyat hissi yüzünden. Her iki tarafta büyük kayıplar veriyordu anbean.
Atmacaların başı saldırıya geçti. Birçok ankayı avladı. Sonraki hedefi Baş Anka’nın oğlu, veliahtıydı. O kadar hızlı saldırdı ki onu fark eden sadece Baş Anka oldu. İçine güç doldu aniden. Atalarının yüreklerini, zarifliklerini hissetti tüm benliğinde. Kim olduğunu, hangi ırktan olduğunu hatırladı. Başı gururla ileri döndü. Zaman akıyordu, atmacada öyle. Gözlerinden alevler fışkırdı Baş Anka’nın. Kafasındaki ve sırtındaki tüm tüyler şahlandı. Bir anda devleşti atmaca karşısında. Araya girdi Baş Anka. Çarpıştılar atmaca kralıyla. İkisi de yerküreye süzülüyordu hızla. İkisi de ebediyete gidiyordu. İkisinin de sonsuzluğa birer bileti vardı artık. Oğlu gördü bu hüzünlü olayı. Babası, oğlunun hayatını kurtarmıştı. Karşılığında kendi hayatını vermişti doğaya. Oğul bunu asla unutmayacaktı. Hızla geçen zaman birkaç saniye için duru gibi oldu. Gözler hiçbir şey görmez, kulaklar hiçbir şey duymaz oldu.
Oğul, babanın gözünde yanan ateşi gördü bir an, o havada süzülürken. Geride kalanların kökünü kazımak istiyordu yeni kral. Ve öylede yaptı. Bir atmaca bile kalmadı Kara Orman’da. Karanlığın evi yok oldu. Kasvetli bulutlar bir daha hiç uğramadı Kara Orman’a. Güneş tüm gücüyle ısıtmaya başlamıştı bir zamanların kötülük yuvasını.
Ankalar artık rahattı. Huzur dolu ömürleri vardı her birinin.

Sonsuz arayış içinde, sonsuz saadete sahiplerdi. Efsaneler yaşamaya devam etti.


“Aynı yerde başlar ve aynı yerde son bulur her şey.”



~SON~





0 Yorum:

Yorum Gönder