Oxygen Chrome

26 Haziran 2011 Pazar

Eoldynn: 4. Su Hanımı Berenidhe


 
Başlangıçta üç element vardı: Toprak, hava ve ateş. Fakat daha sonra tabi unsurlar sebebiyle dördüncü element ortaya çıktı. Bu dördüncü elemente, hayat sıvısına, su dendi.
 
Su, sürekli dinamik bir yapı içerisindeydi. Ulaşabildiği her noktaya gider, girebildiği her çukuru doldururdu. O kadar büyük bir kütleydi ki Eol’ün altına dahi yayılmıştı. Öyle ki, Üç Muhafız Divanı’ndan sonra oluşan göller ve nehirler bu maddeyle dolmuştur. Sıvının her zerreciği öyle güzel motiflenmişti ki, aslında renksiz olmasına karşın gökyüzü altında mavi renk alabiliyordu.
 
Eol üzerinde hayata başlamayı uman her canlı tohumunun bu hayat sıvısına ihtiyacı vardı. Sıvının sürekli bir hareket halinde oluşu, canlılığın başlaması için çeşitli zorluklar oluşturuyordu. Diyardaki dört ana elementten üçünün koruyucusu vardı ama su elementine sahip çıkan bir varlık yoktu. Bu eksikliği doldurmak için Asiller bir araya gelerek düşünceleri Tanrı’ya sundular O’nun büyük konağında. Tanrı onlara hak verdi. Çünkü hayat sıvısının, işlevini gerçekleştirebilmesi için denetim altında olması gerekiyordu. Fakat bu denetimi nasıl bir varlığın yapacağı henüz belirlenmemişti.

22 Haziran 2011 Çarşamba

Unutulmayacak Acılar

Ayaklarını zorla oturabildiği dar koltuğa uzattı. Sonra sırt üstü bıraktı kendini. Gıcırdayan yaylardan çıkan ses, her ne kadar kulaklarına tiksindirici gelse de buna katlanmaya çalıştı. Ellerini avuçları üst üste gelecek şekilde birleştirip kafasının arkasına koydu. Uzun süredir migren ağrısı çekiyordu ve acilen bir uzmana görünmeliydi. Aksi takdirde durumunun daha da vahim bir hâle geleceğini kendiside bilmekteydi. Yine de umursamadı.

Yere düşen sigara pakedine uzanarak son tekini çıkarttı. Bir süre parmakları arasında ustalıkla evirip çevirdi ince sigarayı. Sıkıcı bir hal almaya başlayınca vazgeçti oynamaktan ve yere dağılmış kibrit çöplerinden birkaç tanesini usulca eline aldı. Biliyordu, bir kibrit çöpüyle sigara yakmayı beceremediğini herkes gibi o da biliyordu. Tıpkı çocukken futbol oynadıklarında topa bir türlü vuramayışı gibi. Veya otobüse her bindiğinde manyetik kartı birkaç denemeden sonra okutabildiği gibi.